Lokalden globale uzanan teknoloji girişimciliği serüvenimiz ve önemli dersler…
Çalışma masamda yeni yıla dair aksiyon planlarımızın üstünden geçerken gözüm takvime ilişti. Kısa bir süre, belki bir dakika kadar, tüm duygularım birbiriyle yarışırcasına kendini gösterdi. Tüm bu ‘lunapark vâri’ duygu karmaşasının sebebi sevgili ortağım Seray Uzgur ile gözlerimizi karartıp Fill-Labs’i kurmamızın üstünden koca bir 5 yıl geçmesi.
Bu yazımda sizlerle 18 Aralık 2017 çıktığımız yolda başımıza gelenlerden öğrendiğimiz 10 çok önemli tecrübeyi paylaşmak istiyorum. Aşağıda paylaşacağım bu hayati derslerin her birisini detaylı birer blog yazısı olarak önümüzdeki günlerde sizlerle paylaşacağım. Dolayısıyla bu yazıyı bir ön söz gibi düşünebilirsiniz. Bu tecrübeleri ve serüvenimizin detaylarını sizlerle paylaşmak istememin birkaç sebebi var.
Edindiğimiz tecrübelerle ilgili paylaşımlarımın anlam kazanması için nereden nereye geldiğimizi çok kısa şekilde özetleyerek sizlerin zihninde bir çerçeve oluşmasına yardımcı olmak istiyorum.
Fill-Labs’i kurduğumuzda sadece iki kişiydik ve cebimizde elli bin Türk Lirası sermaye vardı. Bugün Fill-Labs’in Türkiye dışında da şirketleri bulunuyor, istikrarlı şekilde büyüyen ekibiyle başta Japonya, Amerika, İngiltere, Almanya, Türkiye ve Gürcistan olmak üzere bir çok ülkede projeler geliştiriyor. Bu projelerin bir çoğu ülkemizde veya global pazarda oldukça iyi bilinen dijital platformlara dönüşmüş durumda.
Fill-Labs’in 2022 yılı itibariyle gelirinin %80'i global pazardan elde ediliyor. Ayrıca, bu yıl itibariyle teknoloji tedarikçiliğini yaptığımız projelerden bazılarına aynı zamanda yatırımcı ve kurucu ortak rolüyle de katkı sunmaya başladık. Böylece hem partnerlerimize hem de kendi yaptığımız işe duyduğumuz güveni açık şekilde ortaya koyuyor, proje geliştirme sürecinde edindiğimiz tecrübeleri bir üst seviyeye çıkarıyoruz.
1. İnsanlar ve şirketlerin temel odağı ne olmalıdır?
— İnsanlar değer yaratmaya, şirketler bu değeri paraya dönüştürmeye odaklanmalıdır. Değeri insanlar yaratır, şirketler bu değerle para kazanır ve değeri yaratanların hayatındaki satın alma gücü ihtiyacını giderir. İnsanların yarattığı değer ne kadar yüksekse şirketler de o kadar para kazanabilme potansiyeline erişir.
2. İnsanlar neye para öder?
—İlk bakışta insanlar sahip oldukları materyale veya aldıkları hizmete para ödüyor gibi gözükür. Ancak bu satın alma ve para ödeme kararının verilmesi için en önemli parametre ‘güven’ olgusudur. Eğer güven oluşturabiliyorsanız sattığınız ürün veya hizmet para ödemeye değer hale gelir. Dolayısıyla görünürde sattığınız/sunduğunuz ne olursa olsun bunun paraya dönmesinin ön koşulu gerekli güven algısıyla desteklenmesidir. Örneğin, bir rafta duran envai çeşit sabundan hangisini satın alacağınızı etkileyen fiyat — koku — renk vb onlarca parametre olabilir, ancak yeterli temizliği sağladığına güvenmediğiniz markayı almayacağınız kararını hemen verirsiniz.
3. Mucizevi sonuçlar nasıl oluşturulur?
— Mucizevi sonuçların çoğunun arkasında beklenilenden daha üstün bir performans veya uyum gösteren insanlar vardır. Ekibinizin değer yaratmaya olan inancı ve bu yolda içtenlikle gösterilen çaba fark yaratır. Bir şirketin katma değeri en yüksek yatırımının insana yapacağı yatırım olduğunu düşünüyorum. Özellikle küçük şirketlerde bu alana finansal imkanlar yaratmak zor olsa bile beşeri ilişkilerdeki övgü mekanizması kişisel yetkinlikler ve çabanın takdir edilmesi üstüne inşa edilmeli ve her bulunan imkanda ekipteki yetkinlik skalasının yukarıya taşınması için çaba sarf edilmelidir. Gerekli niteliklere sahip ve motive bir insan topluluğunun aşamayacağı bir engel olduğunu düşünmüyorum.
4. Müşterilerimizi nasıl seçmeliyiz, bu ilişkide patron var mıdır?
— Müşterilerinizle olan ilişkinizde başlangıç noktası sunduğunuz değer önerisinin müşterinizin ihtiyacıyla örtüşmesi olmalıdır. Eğer sunduğunuz değer önerisi gerçekten müşterinizin ihtiyaçlarını karşılıyorsa, eşit iki taraf olarak hakkaniyetli bir finansal anlaşmayla iş birliğini inşa etmelisiniz. Patron her zaman işin kendisidir. Yapılacak işin ihtiyaçları hem müşterinin hem de sizin patronunuzdur. Her iki tarafta emek ve sermaye ödeyerek işe hizmet eder. Dolayısıyla patron kişiler değil, hedeflenen projenin çıktılarıdır…
Özellikle hiyerarşi ve güç kavramlarının kutsandığı kültürlerde iş yaparken bu durum göz ardı edilme eğiliminde olmaktadır. Her şeyin başında bu ilişkiyi iki tarafın da aynı şekilde kavradığını netleştirmeye dikkat edilmesi gerektiğini düşünüyorum.
5. Şirketler bir anda nasıl batar?
— Girişimciler olarak şirketlerimizi batmaktan korumak için bir çok parametreyi takip etmemiz gerekiyor, ancak ‘nakit akışını yönetememenin’ riskinin diğerlerine göre çok yüksek olduğunu ve etkisinin hemen görüldüğünü düşünüyorum. Nakit akışını yönetemezseniz ne olduğunu anlayana kadar tüm personelinizi kaybetmiş ve iş üretemez şekilde ortada kalabilirsiniz. Özellikle Türkiye gibi kur dalgalanmaları, yüksek enflasyon ortamı, politik oynaklık gibi durumların çok sık yaşandığı ülkelerde ödeme taahhütlerinin yerine getirilmemesi durumu sıklıkla yaşanabiliyor. Bu sebeple her şirketin ekibini büyütürken sermayesini de büyütmesi ve ucu ucuna planlar yapmaktan uzak durması gerekiyor. Bunun bedeli bazen yavaş büyümek olsa ve içimizde yanan alevlerden büyük acılar bile duysak nakit akışı risk yönetimini ilk sıraya koymak gerektiğini düşünüyorum.
6. Şirketlerin uzun vadede en önemli niteliği nedir?
—Şirketlerin en önemli yeteneğinin ‘değişikliklere uyum sağlayabilme’ olduğunu düşünüyorum. Ne kadar büyük veya güçlü olduğunuz kısa vadede önemli olabilir, ancak uzun vadeye baktığınızda değişen şartlara adapte olamıyorsanız çökeceğinizi garanti edebiliriz… Bu hayati bir konu olduğu için geçtiğimiz yıllarda yazdığım bir blog yazısında detaylı şekilde değinmiştim. O yazıya şu linkten ulaşabilirsiniz.
7. Ekip içi ilişkiler nasıl olmalıdır?
— Ekiplerdeki ilişkilerin oturması gereken üç tane kavram olduğuna inanıyorum; liyakat, iyi niyet ve çalışkanlık. Hiyerarşinin temel öğesinin yaş veya sosyal statü olmadığı, bilmenin ve sorumluluk almanın takdir edildiği çalışma ortamlarını inşa etmek gerektiğine inanıyorum. Ayrıca, her çalışanın pozitif enerjiyle ortama katkı sağlaması, dedikodu vb şeylerden uzak, yapıcı eleştiriler ve önerilerle kendisini göstermesi gerektiğini düşünüyorum. İlaveten az çalışmak veya çok çalışmak gibi kavramları izafi buluyorum. Burada zaman mefhumu diğer parametrelerden bağımsız değerlendirildiğinde yanıltıcı olabiliyor. Şirket içerisindeki sorumlulukların adil paylaşımı ön şart olmak üzere sorumluluğu yerine getirmeyi temel değerlendirme parametresi olarak görüyorum.
8. Büyümek mi kârlılık mı?
—Yeterli sermaye ile desteklenmeyen tüm büyümelerin sonucunun facia olduğunu düşünüyorum. Sermayeyi de kapital ve beşeri olmak üzere iki başlık altında değerlendirmek gerekiyor. Her ikisinde de yaşanılan zaafiyet büyümeyi çok şatafatlı bir çöküşe dönüştürebilir.
Şirketlerin büyümek için yeterli geliri elde ediyor olması gerekiyor. Bu gelirin kaynağı yapılan faaliyetlerden edinilen kârlar veya sağlanan dış yatırımlar olabilir. Ancak dış yatırımlardan sağlanan gelirlerin tükendiği noktaya gelmeden faaliyet kârı elde edilmeye başlamazsa sonucun yine hüsran olacağını unutmamak gerekiyor. Yani girişimciler olarak işleri büyütme arzumuzu doğru bir çerçeveye oturtmak durumundayız.
Kârlılık yaratmak ise bir sonuçtur ve bir çok şeye bağlıdır. Dolayısıyla bugün kârlı olmak yarın da kârlı olunacağı anlamına gelmiyor. O zaman, yarın kârlı olmamızı sürdürmeye yardımcı olacak şekilde yatırımlar yapmak ve sağlıklı şekilde büyümek zorundayız. Bu yatırımların dağılımında bizim içerisinde bulunduğumuz alan gibi entelektüel sermaye ve insan kaynağının şirketin temel değerlerinden birisini oluşturduğu yapılarda elde edilen kârın da önemli kısmı şirketin beşeri yapısının geliştirilmesine harcanmalıdır.
Kısacası, benim yönetim felsefeme göre kârlılık yakalanmalı ve bu kârın bir bölümü yine şirketin geleceğine yönelik yatırımlara harcanmalıdır. (Tüm modelini hızlıca büyüyerek pazarı ele geçirmek üzerine kurmuş işler hariç…) İkisini birbirine bağlı ve terazide dengeli tutulması gereken kavramlar olarak görüyorum.
9. Liderlik ne kadar önemlidir?
—En iyi lider, kendisini gereksiz kılandır… Liderlik zor zamanlarda önemini artıran bir olgu. Örneğin ülkeler bir savaşta öne atılan, insanlara ihtiyaç duyduğu motivasyonu ve umudu veren liderlere ihtiyaç duyuyor. Bu açıdan bir topluluk olması yönüyle şirketler liderliğe ihtiyacı vardır. Bu kavramı özellikle de oyunun kurallarının her an değiştiği ülkelerde iş yapan şirketler için oldukça önemli buluyorum. Ancak, genel itibariyle karizmatik liderlik nosyonu kısa ömürlüdür, iyi liderlerin ihtiyaç halinde öne çıkması, sorumluluk ve riski üstlenmesi gerektiğini, olağan dönemlerde ise kendilerine duyulan ihtiyacı minimuma indirecek şekilde sistem inşasına önem vermeleri gerektiğini düşünüyorum. Girişimciler ‘liderlik’ beni kıymetli yapan şey, o yüzden sistemsel olarak bana ihtiyaç duyulan bir ortam yaratmalıyım noktasına evrilirse en büyük zararı yine kendisine vermiş olacaktır.
10. Şirketler için tek bir hedef koyulacak olsa bu ne olurdu?
—Eğer tek bir kavrama sarılarak şirketimi yönetmeye çalışsaydım bu kesinlikle sürdürülebilirlik olurdu. Alınan tüm kararlar ve aksiyonlarda bu yaptığımız şey ne kadar sürdürülebilir diye sorarsak bizi mükemmele yakın bir dengede tutacağına inanıyorum. Bir anda büyüme, küçülme veya zenginleşme gibi ekstrem uçların yönetilmesi gereken ciddi riskler oluşturduğunu ve sürdürülebilir aksiyonlar olmadığını düşünüyorum.
Son olarak Fill-Labs’teki tüm ekip arkadaşlarıma, bize birlikte büyüme şansı veren iş ortaklarımıza ve tabi ki aileme en içten teşekkürlerimi sunmak istiyorum. İyi ki varsınız! Sizlerle bir arada olmak benim için büyük bir şans ve keyif.
Bu noktaya kadar sizlerle paylaştıklarıma vakit ayırabildiyseniz ne mutlu bana! Kıymetli vaktiniz için çok teşekkürler. Eğer herhangi bir geri bildirimde bulunmak isterseniz cagri.kus@fill-labs.com adresine e-posta gönderebilirsiniz.